top of page

Din Birliği

Din, “yol, inanç, adet, bağ, töre, kulluk” anlamlarına gelir. Sözlük anlamı ile insanların yaratıcı olarak kabul ettikleri üstün güce olan imanlarını, ona yapacakları ibadetlerin bütününü ve bu imana göre davranışların nasıl olması gerektiğini düzenleyen inanış yolu olarak tarif edilir.


Fikri hür, vicdanı hür, akıl sağlığına sahip her insan izleyeceği yolu seçmekte özgürdür.


2012 tarihli bir araştırmaya göre 6,9 milyarlık dünya nüfusunun yüzde 32'si Hristiyan, yüzde 23'ü ise Müslüman. Sonra yüzde 15 ile Hinduizm ve diğer dinler geliyor. Herhangi bir dini gruba ait olmayanların oranı ise yüzde 16. Dinsizler, Hristiyanlar ve Müslümanların ardından en büyük üçüncü grubu oluşturuyor.


Türkiye’de ise 2019 verilerine göre Müslüman nüfusun oranı yüzde 90’a yakın. Sayılar ve istatistikler şüpheli de olsa, en az 7-8 milyon Gayrimüslim vatandaşımız var demektir.

Bu yüzden her insanın bir diğerinin inancına saygı göstermesi, kanunlar karşısında herkesin eşit olması gereken bir toplumda, din birliğini sağlamak, insanları herhangi bir dini inancın referansıyla yönetmek, imkansızdır, yanlıştır. Yapılan yanlışlar insanları daha da kutuplaştırır. Biri çarşaf giyeni yuhalarken, bir diğeri etek giyene namussuz gözüyle bakar.

İnsanoğlu ne kadar zeki, ne kadar kibirli de olsa, acizdir ve bilmediği karşısında korkar, kaygılanır. Düşünsenize, ucunu bucağını bilmediğimiz bir evrende, Samanyolu sayısız galaksiden biri, Güneş milyarlarca yıldızdan biri, Dünya uydulardan biri, Dünya üzerinde her birimiz, bir topun üzerindeki toz parçası kadar değiliz, üstelik ölümlüyüz. Bu yüzden “ait olma” gibi bir ihtiyacımız vardır. Daha büyük toplulukların bir parçası olduğumuza inandığımızda kendimizi daha güçlü, daha güvende hissederiz. Aile olmaya inancımız vardır, millet olmaya inancımız vardır. İhtiyacımızın gerektirdiği ölçüde, spor kulüplerine, derneklere, partilere üye ya da taraftar olmaya inancımız vardır. Saydıkça çeşitlendirebiliriz bu grupları. Bu ihtiyacımızın farkında olalım ya da olmayalım, korkularımız, kaygılarımız, dışarıdan gelen tehditler ne kadar kuvvetliyse, o kadar ateşli taraftarı oluruz inançlarımızın.

Tüm liderler bu inançları yönetebilmeyi, kullanabilmeyi çok iyi bilen insanlardır ve tarih boyunca en kolay kullanılabilen inançlardan biri hep din inancı olmuştur. Ancak dinlerin, aynı inançtan insanları birleştirdiği kadar, farklı inançtan insanları ayrıştırdığı da bir gerçektir. Hele bir de cahilse insanlar, atalarından geleni aynen kabullenmişlerse, sorgulamayı unutmuşlarsa, körü körüne inanırlar. Böylece daha fazla güç, daha fazla itaat isteyen liderlerin, kendi çıkarlarına uyan davranışları, savundukları inanç sisteminde mevcut olmasa da, mevcutmuş gibi göstermeleri, insanları kandırmaları kolaylaşır.

Özellikle karşıt görüşlerin kuvvetli olduğu toplumlarda, insanların cehaleti ve böylece yönetime razı gelmesi, özellikle baskıcı yönetimlerde liderlerin işine gelir. Yoksa yurdumun koskoca profesörlerinden biri, neden “Türkiye’nin geleceği için cahil nesil lazım” desin?

Avrupa’daki Hristiyanlar en karanlık çağını, Rönesans öncesinde, yönetimde kiliselerin en etkin olduğu zamanlarda yaşamıştır. İslamiyet, son gelen, çağımıza en yakın semavi dindir. Öyleyse Müslüman ülkelerin dünya üzerinde en refah, en gelişmiş ülkeler olması gerekmez mi? İstisnalardan bahsetmiyorum, sanatta, sporda, bilimde…herhangi bir alanda…istikrarlı bir başarı sağlamış tek bir Müslüman ülke örnek verebilir misiniz? Bu ülkelerin durumu, nüfus çoğunluğu Müslüman olduğundan mıdır yoksa liderlerinin, yönetimlerinde, İslamiyet'i öne sürerek işlerine geldikleri gibi biçimlendirdikleri şeriatı esas aldıklarından mıdır?

Bildiğim hiç bir semavi din ayrımcılığı emretmez. Üstelik İslamiyet aralarında en hoşgörülü olanıdır. Hukuk kuralları da aynı hoşgörüyle, tüm insanlar eşit tutularak yazılır. Ama siz yönetimde şeriatı esas alırsanız, birileri bir gün “İki tane ayyaşın yaptığı yasa muteber oluyor da dinin emrettiği bir yasa sizin için neden reddedilmesi gerekiyor?” diye soruverir. Yasada yapılan değişiklik toplum yararına da olsa, karışırsınız. Birileri de çıkıp ”Peki, ben senin inandığın dine inanmıyorsam ne olacak?” diye soramaz mı?

Türkiye Cumhuriyeti’nde sayıca azınlıkta da olsalar, Yahudi vatandaşlarımız var, Hristiyan vatandaşlarımız var, hiçbir dine inanmayan vatandaşlarımız da var. Üstelik Müslüman vatandaşlarımız arasında da mezhep farklıkları var. Yorum, görüş ve ibadet biçimleri farklı olanlar var. Bunları yok mu sayalım?

Kaldı ki, mevcut dinlerin hiç birinde, israf edin, hak yiyin, yalan söyleyin diye bir ayet, bir emir okumadım. Öyle fanatik olmuşlar ki, kimi siyasi liderler için, “Çalıyorsa bizim için çalıyor” diyen şuursuzlar bile var. Siz kimsiniz? Hangi dine inanıyorsunuz?

Simitçi ekmeğini simitten çıkartır, simit satar.

İnandığı dinin işine gelen emirlerini alan, işine gelmeyenlerini görmezden gelene de dindar değil, dinci denir.

İşte bir hayal daha: Herkesin seçtiği inanç yolunda özgür ve bir diğerine saygılı olduğu, devlet yönetiminde dincilerin olmadığı bir Türkiye istiyorum.

 
 
 

Yorumlar


Abonelik Formu

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

bottom of page