Kadının Yeri
- Bora Erkal
- 12 Nis 2021
- 4 dakikada okunur
08 Mart Dünya Kadınlar Günü itibariyle, 2021 yılının ilk 66 gününde öldürülen kadınlarımızın sayısı 67!
Sağlık Bakanlığımız, “Covid-19 Bilgilendirme Platformu” gibi, “Kadın Ölümleri Bilgilendirme Platformu” da hazırlasın bence. Böylece her gün yaralanan, hastanede yatan, iyileşen ve ölen kadınlarımızın sayısını da takip edebiliriz.
Ama önce nereden nereye geldiğimizi görelim.
Rivayet odur ki, Türk-Moğol Hanlığı (Altın Ordu Devleti) Hanı Cengizhan, katıldığı bir kurultayda, emrindekilere, yanında oturan eşini göstererek, “Ben sizin Han’ınızım, o da benim Han’ım” der. Bizdeki “Hanım” kelimesi buradan gelir.
Kadınlarımızı, evimizin ocağı, ailemizin temeli olarak gören bir kültürle harmanlandığımızdan, “Asena” deriz onlara. “Asena”, Türk mitolojisinde, efsaneye göre türediğimiz dişi kurttur, yol göstericidir.
Türk töresince, kadın ve erkeğin eşitliği, toplumların tarihini yaşatan dilimize de yansımıştır. “Eşit” kelimesi “eş” ten, “yarım” kelimesi de “yar” dan türemiştir. "Kadın” ve “Hatun” kelimeleri, kağan eşi veya kadın hükümdar anlamında kullanılan "Katun" kelimesinden gelir. Yine birçok uygarlığın dilinde, kadın ve erkek için kullanılan 3. tekil şahıs zamirleri farklı iken, bizim dilimizde böyle bir ayrım yoktur, her ikisi için de “O” deriz.
Çinliler kadınlarını insandan saymaz, onlara isim bile vermezken, onları hizmetçi görüp kocası ve çocuklarıyla bile aynı sofrada oturtmazken, Türklerde kağanın verdiği emirlerde, “Kağan buyruğudur” ifadesinin yanında kağanın eşinin adı kaydedilmediyse, o emir geçerli bile sayılmazdı.
Farslarda (Perslerde) kadın erkeğe itaat etmek zorundayken, erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi normal karşılanırken, hatta Sasaniler döneminde İran’daki Farslar, kan bağının nikaha mani olmaması nedeniyle, anne ve kız kardeşleriyle evlenebiliyorken ve dahası, bu konuda teşvik edilirken ve kadınlara söz hakkı bile verilmezken, Türkler, kadınlarımıza hakanın yanında yer verip onları karar mekanizmalarında söz sahibi yaparlardı.
İngiltere’de 11. yüzyıla kadar erkekler karılarını satabiliyorlarken, kadın pis bir varlık sayıldığı için İncil’e el sürmesine izin bile verilmezken, Türklerde elçi kabulü dahil, bütün önemli törenlerde kağan ile hatun beraber bulunur, hatun bizzat savaş kurulunun üyesi olur, kadınlar savaşın her aşamasına erkeklerle eşit koşullarda katılırlardı.
Rus hükümdarları, yakın adamlarının gözü önünde, halktan cariyelerle ilişkiye girerlerken ve Ruslar, kocası ölen kadını kocasıyla birlikte gömerlerken, Çin devleti ile ilk barış anlaşmasını, Büyük Hun İmparatorluğu adına Mete Han’ın hatunu imzalamıştı.
Araplarda, kız çocuğa sahip olmak şerefsizlik olarak görülürken, kız çocukları toprağa diri diri gömülürken, Türklerde kadınlar doğrudan doğruya hükümdar, kale muhafızı, vali ve elçi olabilirlerdi. Kızlar kendileriyle evlenmek isteyen erkeklerle bir çeşit düello yapar ve kendilerini yenemeyen erkeklerle evlenmezlerdi. Ev, karı ile kocanın ikisine aitti. Çocukların velayeti konusunda baba kadar ana da hak sahibiydi.
Dilşad (İpar) Hatun Doğu Türkistan’ın istilasında kocası ile beraber düşmana karşı savaşarak vatanı müdaafaya çalışmış kahraman bir Türk kadınıdır.
Süyün Bike Hatun, Kazan-Tatar Türklerinin milli kahramanıdır.
Kutluk Türk Devleti’nde Türkan Hatun, Delhi Türk Devleti’nde Raziye Sultan, tarihte devlet başkanlığı yapmış ilk kadınlardır.
İlbilge Hatun, Hayme Ana, Melikşah’ın eşi Terken Hatun, Tuğrul Bey’in eşi Altuncan Hatun, halklarını merhamet, hoşgörü ve bilgelik ile sarıp sarmalayan Türk kadınlarıdır.
Ne yazık ki, İslamiyet’in kabulünden sonra, çok açık ayetlerin mevcudiyetine rağmen, Arap toplumları, cahiliye dönemindeki adetlerinden kurtulamamış ve bu çarpık cahiliye kültürü, Araplarla kaynaştıkça Türk toplumuna bir hastalık gibi yayılmıştır.
Yazılı tarihimiz ortadadır. Osmanlı İmparatorluğu yaşını aldıkça Türk kadınları maalesef ikinci plana atılmıştır. Özellikle Kanuni döneminden itibaren, kadın mahrem sayılmaya, sırça köşklere kapatılmaya başlanmıştır. Saray dışındaki kadınlara eğitim kısıtlamaları getirilmiştir.
Kurultaylara katılan, ordu yönetip savaşa giren, yabancı devletlerle anlaşmalar imzalayan kadınlarımız, öldükten sonra mezar taşları bile ayrı tasarlanan kadınlarımıza dönüşmüştür.
Osmanlı İmparatorluğu dağıldıktan sonra bile, birileri İslamiyet adı altında, cahiliye dönemindeki Arap kültürünü bu topraklara aşılamaya, kadının yerini değersizleştirmeye çalışmıştır.
Bu yüzden, kölelik ve cariyelik kültürünü, haremlik selamlık kültürünü, boşanma yetkisinin yalnızca erkeğe ait olmasını, çarşaf giymeyi, peçe takmayı, kadını uğursuz saymayı, İslamiyet’in emri diye yutturmaya çalışanların karanlık hevesleri, Atatürk sayesinde kursaklarında kalmıştır.
1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kadınlarımız, eğitimde erkeklerle eşit bir statü kazanmıştır.
1926 tarihli Medeni Kanunla, kadınımıza, aile ve toplum hayatında birçok ülkenin kadınlarında olmayan haklar tanınmış, erkeğin çok eşlilik ve tek taraflı boşanma hakkı kaldırılmış, kadınlarımıza da boşanma, velayet ve malların üzerinde tasarruf hakkı verilmiştir.
1934'de Anayasa ve Seçim Kanunu'nda yapılan değişiklikle, kadınlarımızın ilk kez oy kullanmasının ve aday olabilmesinin önü açılmış, Fransa ve İtalya’dan 11, Romanya’dan 12, Bulgaristan’dan 13, Belçika’dan 14, İsviçre’dense 36 yıl önce, kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkı tanımıştır.
Dünyada ilk uluslararası kadın kongresi 1935 yılında İstanbul’da toplanmıştır.
1936 yılında yürürlüğe giren İş Kanunu ile, kadınlarımızın çalışma hayatına düzenleme getirilmiştir.
İnsan yerine koyulmayan, nüfus sayımında bile sayılmayan kadınlarımıza verilen hakların hepsi, yobazsavar devrimlerdir. Fesligillerin karalar çalma, hatta Türk kadınını, kadınlarımızı Batılı toplumlarda bile olmayan haklarla, tekrar milletimizin kültürüne ve devlet yönetimine kazandırmaya çalışan Atatürk’e karşı düşman etme çabaları da bu yüzdendir. Ne yazık ki başarılı olanları da vardır. Bu bile, kadınlarımızı nasıl bir cehalete mahkum ettiğimizin açık bir göstergesidir.
Hala da Arapların cahiliye dönemindeki kültürünü bize din diye yutturmaya, binlerce yıllık özümüzü unutturmaya çalışıyorlar. Size de çok tanıdık gelecek şu sözler, söyler misiniz, hangi töremizde vardır, hangi ayette, hangi hadiste geçer?
“Kız çocuklarının okutulması caiz değildir.”
“Kadınlar çalışmasın.”
“Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin.”
“Kadın iffetli olacak, herkesin içinde kahkaha atmayacak.”
“Dondurmayı yalayarak yiyen kadın yolludur.”
“Başı açık kadın perdesiz eve benzer; ya satılıktır, ya kiralık.”
“Kadın tecavüzcüsüyle evlensin.”
Örnekler çoğaltılabilir. Bu örümcek ağlarıyla örülü zihniyetin, ne kadar uğraşsalar da hala içini boşaltamadıkları ve boşaltamayacakları tek engel, Atatürk’ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.
Buna rağmen bulunduğumuz noktaya baktığımızda çok açıktır ki, erkek egemen bir mecliste, üstelik hala aralarında bu cahiliyet kültürünün aleni savunucuları varken, vekillerimizin en az yarısı kadın olmadıkça, suçlular hak ettikleri şekilde cezalandırılmadıkça, kadına karşı şiddetin önüne geçebilmemiz mümkün değildir.
Analarımıza, bacılarımıza, kızlarımıza…hele ki onları sevdiğini ya da kıskandığını ileri sürüp de kendilerini haklı çıkartmaya çalışarak, eziyet eden şuursuz, cahil ve Türk Milleti’nin yüz karası insan müsveddeleri bilmelidirler ki, ne Alllah’ın sevgili kulu ne de Türk olabilirler.
Her kime ya da neye inanıyorlarsa, o inandıkları güç, ne bu dünyada ne de ahirette bağışlasın onları. Amin!
Comments