top of page

Kaç Para Edersiniz?

İlk insanların parası yoktu. İyilik ve mecburiyete dayanan bir takas ekonomisi vardı.


Tarım devrimi ile birlikte, insanlar daha kalabalık sayılarla toplu yerleşime geçtikçe, uzmanlaştıkları konular ve ihtiyaçlar farklılık göstermeye başladı. Özellikle topluluklar arasında alış verişin mümkün olabilmesi için, tarafların elinde diğerinin istediği ürünün bulunması gerekiyordu. Ürün sayısı ve hizmet çeşitliliği arttıkça takas sistemi daha karmaşık bir ekonominin temelini oluşturmakta yetersiz kaldı. Tüm ürünlerin bir noktada toplandığı ve ihtiyaca göre dağıtıldığı merkezi takas sistemi de sonuç vermeyince, insanlar parayı icat etti.


Para, insanların ortak hayal gücünde yaratılmış bir gerçeklikti, zihinsel bir devrimdi. Para, madeni metaller ya da kağıt parçaları demek değildi, değerleri sistemli bir şekilde belirlenen ürün ve hizmet takasını yapabilmek için insanların kullanmaya razı oldukları bir araçtı.


Böylece para, insanların neredeyse her şeyi her şeyle takas edebilmesini sağlayan evrensel bir anlam kazandı. Kazançlarımızı ve birikimlerimizi kolayca dönüştürebildiği, depolayabildiği ve taşıyabildiği için de anlamı, hayati derecede güçlendi.


Para hala zihinsel bir gerçekliktir çünkü bugün dünya üzerinde parayı kullananların toplam sermayesi bankaların bilgisayarlarında kaydı tutulan rakamlardan ibarettir. Yani bugün herkes aynı anda bu sermayesini fiziksel para karşılığı elinde tutmak istese, dolaşımda bulunan madeni para ve banknotların değeri, toplam sermayenin sadece %10’u kadardır! Buna rağmen paranın değeri, insanların ortak hayal güçleri ile oluşturulmuş karşılıklı güven sistemindedir. Bu güven sistemini yaratansa politik ve ekonomik ilişkiler ağıdır.


Neden paraya güveniyoruz? Çünkü alış veriş yaptığımız herkes güveniyor. Devletimiz de güveniyor zira vergilerimizi buğday ya da koyunla değil, parayla ödüyoruz. Hatta uluslararası ticarette bile parayı kullandığımıza göre, tüm dünya güveniyor. Politik gelişmeler sonucunda finansal krizlerin tetiklenmesi ya da borsanın bir günde dalgalanması da bu güvenin sakatlanması ile ilgili psikolojik etkenler değil midir?


Peki bir çok farklı ülkenin farklı değerde parası varken, en geçerli olanı hangisidir? Elbette ticarette en çok kullanılanı, yani en çok güven vereni. Ticarette nasıl ki arz ve talep, taşınabilir malların fiyatını belirlerse, bir tarafın belli bir para birimine güveni, diğer tarafın da güvenini arttırır.


Bu yüzden para, ayrımcılık yapmadan, insanlar arasındaki tüm farklılıkları aşabilen tek güven sistemidir. Dilden, dinden, hatta toplumları oluşturan her türlü bağdan daha geçerlidir. Paranın karanlık gücü de bu noktada başlar.


İlk insanlardan bu yana onur, sadakat, sevgi, namus gibi değerlerimiz paha biçilemez inançlar üzerine kuruluyken, paranın satın alabilme ve dönüştürebilme gücü bu inançlarımızı örselemiştir. Zamanla paranın kendisine duyulan güven, ahlaka duyulan güvenin ötesine geçmiştir.


Parayı elinde tutan, her şeyi satın alma gücü olduğuna inandığı kadar, dolaylı olarak paraya duyulan güvenin de sahibi olduğuna inanmaya başlar. Toplumsal değerlerimiz o denli aşınmıştır ki, paramız kadar kıymet görürüz, ta ki elimizdeki parayı kaybedene kadar. Bu yüzden de paranın gücüne inandığımız ölçüde, paramızı sarf etmekten korkar, hep daha fazlasını talep eder, sonu gelmez bir açlıkla daha fazla güce kavuşmak isteriz.


Ne yazıktır ki bu gücün esiri olanlar, para için yalan söylemeye, şerefini ve namusunu, gerektiğinde kardeşini, eşini ve evladını bile satmaya hazır hale gelir. Borçlarını ödeyemediği veya parasız kaldığı için hayatından bile vazgeçenlerimiz yok mudur?


Özellikle şirketleşmiş devletlerin yönettiği toplumlarda, paranız yoksa aç kalırsınız, açıkta kalırsınız, ne eğitim, ne sağlık hizmeti alabilirsiniz. Adalet duygunuz körelir, suça ve şiddete yönelirsiniz. Kısa yollardan köşe dönmek, sahtekarlık ve hırsızlık değer bulmaya başlar. Haklı ile haksız yoktur, güçlü ile güçsüz vardır çünkü.


Devletler, tüm yurttaşları için fırsat eşitliğini sağlayamıyorsa, kanunlar nezdinde herkes için eşit görülen haklar, gerçekte tamamen seçkin ve güçlü bir sınıfın lehinedir ancak ezilen insanların buna itiraz etme şansı yoktur çünkü oyunun kuralları bellidir. Böylece görünürde her türlü sınıf ayrımını reddeden toplumlarda bile, doğal olarak asil-köylü, işveren-işçi, amir-memur, sahip-köle gibi sınıflar örtülü bir şekilde kendiliğinden oluşur.


Ve sömürü düzeniyle birlikte kısır döngü başlar. Zenginler daha da zenginleşirken, yoksullar daha da yoksullaşır.


Ebeveynleriniz fakirse ya da öksüzseniz, ciddi bir anlamda fark yaratmadıkça ya da şans yüzünüze gülmedikçe, daha iyi bir eğitim alma, daha iyi bir işte çalışma ve daha çok para kazanma şansınız diğerlerine kıyasla yok denecek kadar azdır. Sahip olamadıklarınızın sebebi, sizin bu farkı yaratamamanız, yeterince zeki olmamanız, tembelliğiniz ya da şanssızlığınız mıdır yoksa kurulu düzenin size imkan tanımıyor olması mıdır?


Hayatı boyunca hiç çalışmamış, hiç üretmemiş, daha okulunu bitirmeden son model arabaya binen ve lüks içerisinde yaşayan bir çocuk ya da ailesinden kalan mirasla geçinen birine, gelir dağılımındaki adaletsizliğe isyan etmek ise, kaderinize isyan etmektir, günahtır, Allah her insana dilediği gibi rızık vermiştir çünkü. Yoksa birilerinin rahatı buna yürekten inanmanıza mı bağlıdır?


Onurunuzu hatta tüm değerlerinizi satabilirsiniz. Yeterli paranız varsa başkalarınınkini de satın alabilirsiniz. Sadece sattığınız onurunuzu, ne ödeseniz de, geri alamazsınız. Ancak para, gözünüzü kör ettiyse, bunu görebilmeniz zaten beklenemez.


Para ve güç kazanabilmenin en kabul gören şekli emeğinizi ve üretebildiğinizi satmaktır. Peki bunun değerini belirleyen kimdir? Hala hiçbir şekilde tüm değerleriyle satın alınamayacak kaç insan kalmıştır? Mesela hiç küfretmediğini iddia eden birine parayla küfrettirebilir misiniz? Ya da kaç paraya yalan söylersiniz? Ya da hayatınız boyunca para sıkıntısı çekmeyeceğiniz bir değer biçilse ve sizden başka kimsenin bilmeyeceğinin garantisi verilse, bir kereliğine de olsa namusunuzu satmayı düşünmez miydiniz? Kaç para edersiniz?


İnsanlar bir kereliğine de olsa, satılığa çıkarlarsa…devletleri yönetenler de insanlarsa…yeterli gücünüz de varsa…devletleri de satın alabilir misiniz?


Bugün 23 Nisan 2021. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızla gurur duyan bir yazı yazmak isterdim. Oysa biliyorum ki Dünya Bankası raporuna göre, düşük ve orta gelirli 120 ülke arasında 440,9 milyar dolarlık dış borçla en çok borcu olan 6. ülkeyiz ve borcun milli gelire oranında Arjantin'in ardından 2. sırada yer alıyoruz. Ben kendi adıma utanıyorum sadece. Hangi egemenlikten bahsediyoruz, neyin bayramını kutluyoruz?


Dahası herkesin ağzında bir 128 milyar hikayesi var. Miktarı önemli değil. Benzer hikayelerin kaç kez konuşulduğu ya da kaç kez daha konuşulacağı da önemli değil. Önemli olan, oy verdiğimiz ve milli irademizi temsil eden insanların satılık olmadığını nasıl bilebiliriz?

Yorumlar


Abonelik Formu

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

bottom of page