Kovitzadeler ve Kovitzedeler
- Bora Erkal
- 4 May 2021
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 5 May 2021
Bizi öldüren çok şey var. Hayatımıza musallat olan, nereden geldiği belirsiz bir hastalıktan çok daha fazlası.
Ne kadar umutlarımıza sarılarak avunmaya çalışsak da, dengemizi bozup hormonlarımızı alt üst eden, kendimizi bilemeyişimiz, tatminsizliğimiz, mutsuzluğumuz, korkularımız, kaygılarımız, çaresizliğimiz, umarsamazlığımız, cehaletimiz, bilinçsiz köleliğimiz, suskunluğumuz, uyuşukluğumuz…yaşarken öldürüyor bizi. Yaşayan ölüler sürüsüyüz.
Ölümden korkup her gün defalarca ölmeye gönüllüyüz.
Neye inandığımız belli değil. Kendi kendimizi yönettiğimize inanıp bizi insan yerine koymayanlara oy veriyor, bir de ateşli taraftarlığını yapıyoruz sömürgecilerin. Allah’a inanıp bize din diye yutturulan safsataların peşinde huzur arıyoruz. Ailecek tarikat liderlerinin sapık emellerinden medet umanlarımız, çocuklarımızı taciz edip onları “badelediklerini” savunanlara kanan zavallılarımız var.
Sürü gibi hareket ettiğimizden, her manipülasyona açığız. Ramazan ayında alkol satışlarında rekor kıracak kadar şuursuz, üstelik çoğunluğu Müslüman geçinen bir toplumda bunu başaracak kadar da ikiyüzlüyüz.
Eğitim kurumlarımız derin bir boşluk içinde. Ya devlet memuru kalıp biat etsinler ya da özel okullarda sömürünün maşası olsunlar diye tüketmişler öğretmenlerimizi. Geleceğimizi karartmışlar. Öğrencilerimizin gencecik dimağlarını sulandırmışlar, yaşadıkça sağılacak endüstri ineği gibiler. Tüm engellerden sıyrılıp biraz iyi eğitim alabilenler de yurtdışında alıyor soluğu.
Tarımı da çiftçiyi de köylüyü de bitirmişler. Genetiği değiştirilmiş organizmalarla beslenelim, çiftçimiz rekabet edemesin, gıda için yapacağımız harcamalar da yurt dışına aksın diye. Obez bir toplum olalım, bir de ithal diyet ürünlerine para sarf edelim diye. Sağlığımız bozulsun, ilaç endüstrisine daha fazla kobay tedarik edelim diye.
Sanayiyi bitirmişler, taklitçilikten öteye geçemeyelim, %100 yerli üretimimiz kısıtlansın, her ne üretiyorsak dışarıya bağımlı kalalım, ucuz iş gücü ile daha çok bir montaj ülkesi olalım, köleliği de bize montajlasınlar diye.
Bankalarımızı devralmışlar kendi paramızı bile kontrol edemeyelim diye. Ha bire borç vermişler, kredi vermişler, daha da batağa saplanalım, neyimiz varsa satalım diye.
Hangi sektör, hangi kuruma el atsak, hikaye aynı, uluslararası sermaye baronları tüm kaynaklarımızı sömürebilmek için, toplum içerisinde bu düzene hizmet edecek belli bir zümrenin ağzına bal çalıyor. Parayı bulan zaten benliğini satmış, bizi de pazarlamaktan çekinir mi? Gırtlağımıza kadar betona bulanmış bir haldeyiz. Yıllarca sağcı-solcu, Sünni-Alevi, laik-şeriatçı, Kürt-Türk benzeri ayrımcılıkları zihinlerimize enjekte edip kutuplaştırmışlar ki bizi rahatlıkla yönetebilecekleri bir tezgah kurabilsinler. Tezgahtaki mal da yine biz olmuşuz.
ASALA ve PKK derken sonu gelmeyen terörle huzuru, halkların kardeşliğini bitirmişler, topraklarımızda Ermenistan ve Kürdistan kurma emelleriyle. Terör bitse kime silah satacaklar? Güvenlik sağlansa nasıl yürüyecek uyuşturucu ticareti? Petrol ve diğer doğal kaynakların üzerindeki hakimiyet nasıl sağlanacak? Temcit pilavı gibi önümüze koydukları soykırım yalanlarının sonrasında ne gelecek sanıyoruz? Papa neden ziyaret eder ki İran’ı? 13 asırdan fazladır İslamiyet’i seçmiş 84 milyon İranlıyı Hristiyanlığa davet etmek için mi? Peki papanın ziyaretinden sonra Kürdistan haritalı anı pulları kimlere yalatmak için bastırılır?
Silahlı kuvvetlerimizi sürekli yıpratma çabaları neden? BM ve NATO’nun emrindeki en ucuz asker gücü kimde? 1950’de koşa koşa Kore’ye giden askerlerimiz, Avrupa’nın göbeğinde, Yugoslavya’nın dağılması ile yaşanan soykırıma aylarca seyirci kalan BM kuvvetlerine ne zaman ve ne kadar dahil olabildi?
Batıda ruhsuzca yaşayabilmemiz için Doğuda ruhunu teslim eden ve isimlerini bile bilmediğimiz Mehmetçiklerimizin hepsi öksüz, fakir ailelerin çocuklarıdır. Bedelli askerlik 2021 yılında yaklaşık 40 bin lira. Parayı bulan devlet kasasını doldurup bitiriyor işini. Diğerleri başka türlü ödüyor bu bedeli. Hayalleri ve umutları ile beraber toprağa verdiğimiz her şehidimiz, ne olursa olsun vatani görevini tamamlamak sevdasıyla mı uzun dönem yapıyor askerliğini, 40 bin lirayı bulamadığı için mi? Bu mudur toplumda hiçbir ekonomik sınıfa imtiyaz tanımayan eşitlik?
Görmüyoruz bunları, görmemiz de istenmiyor. Zaten görsek de çıkarlarımız bir şekilde korunduğu sürece umurumuzda değil. Dokunmayan yılan bin yaşasın, değil mi? Aileden miras kalan bir avuç toprağı paylaşamadığı için mahkeme yollarını aşındıran, sonra da birbirini vuran kardeşler, kendini milletin bir ferdi olarak görecek ve hesabını soracak bilinçte olsa, dönümlerce arazimiz yok pahasına satılırken, satılanın kendi toprağı olduğunu bilse, yine böyle suskun kalır mı?
Neredeyse tüm medya, özellikle televizyon kanalları, yine aynı sermaye baronlarının emrinde. Vur patlasın, çal oynasın. Bizleri uyuşturmak, yalanlarla algılarımızı yönetmek için. Gündüz programlarını seyredin, insanlığınızdan nefret edersiniz. Bir güvensizlik, bir kimliksizliktir pompalanan. Akşam kuşağı ise ya lüks hayatlara ya da mafya düzenine özendiren dizilere, reyting uğruna insanların psikolojisini bozan yarışma programlarına yönelik ve hepsi de, gerçekte ihtiyacımız olmayan sayısız ürünün reklamını beyinlerimize kazımak gayretinde.
Dizi konularının da modası var elbet, bu ara en çok izlenenler psikolojik travmalar üzerine zira ruh sağlığımızla da oynadılar, toplumsal bir depresyon içindeyiz, hepimizi manyak ettiler çünkü.
Soygun var, yolsuzluk var, entrika var, cinayet var, mafya var, uyuşturucu ticareti var, kumar var, insan kaçakçılığı var, çocuk tacizi var, kadına şiddet ve tecavüz var, hayvanlara eziyet var, doğa katliamı var, kısaca insanlık ayıbı ne istersen var, gözümüze sokarcasına sergiliyorlar hepsini, muhtemelen bir süre sonra çok doğal karşılayacağız tüm bunları. Varlığı değil, eksikliği anormal olacak ahlaksızlığın.
Ormanlarımız tükeniyor, su kaynaklarımız tükeniyor, denizlerimiz tükeniyor. Daha fazla maden çıkartmak için zehre bulanıyoruz. Daha fazla enerji için nükleer felaketlere gebeyiz. Hepimizin elinde bir akıllı telefon, dünyayı dijital haliyle elimize tutuşturmuşlar. İşimiz içinde, sevdiklerimiz içinde, neredeyse hayatımız var içinde, ayağımıza değil, elimize bağlanmış bir pranga gibi, telefonumuz yanımızda değilse panikliyoruz artık. Bizden akıllı telefonlarımız, aklımızı da emanet etmişiz çünkü. Daha fazla dedikodu yapabilmek için radyasyonla sevişiyor, bomboş hayatları takip edip bir baltaya sap olamamış insanlara para kazandırıyoruz.
Bir seneyi aşkındır da kovitle yatıp kalkıyoruz. Birçok ülke normal hayatına dönmeye başlamışken neden bizde hasta sayısı hiç olmadığı kadar arttı? Neden bilmem kaçıncı kez kapandık? Süreci çok iyi yönettiğimiz için mi, sürüyü iyi güdemediğimiz için mi? Kapandık mı peki? Tam kapan demediler ki, tam kapanma dediler, bu yüzden kısmen açığız, makak maymunu gibi götümüz hala açık en azından.
Madem Türkiye’de durum bu kadar kritik, neden dünyanın her bucağından turist gelebiliyor hala? Gelenlerin de mi aklından zoru var? Yoksa tam da şu an, ihtiyaç duyulan algı operasyonu bu mu? Bir hafta sürmedi 128 milyar tantanası, bulundu demek paramız! Yoksa balık hafızalı olduğumuzdan bunu da mı unuttuk diğer cevapsız sorularımız gibi? Nasıl olsa unutacağımız için mi cevap vermeye bile tenezzül etmediler?
Her kapanıyoruz dendiğinde büyük şehirlerden kaçanlarımızla, varsa bir hastalık, yaymıyor muyuz? Kaçamayanları eve kapatıp daha da asosyal ve paranoyak bir toplum yaratmıyor muyuz? Maske dayatmasıyla, test aşamasındaki ilaç ve aşılarla daha neler yaşayacağımızı önümüzdeki yıllarda göreceğiz hayatta kalırsak. Seyreltilmiş nüfus, bağışıklık sistemi çökertilmiş toplumlar ve korku yönetimiyle dayatılan mecburiyetler. Yeni dünya düzeninde yöneticilerin talebi bu. Kurgu tutarsa yeni senaryolar da hazır. Bugün maskeye mahkum edenler, yarın kıçımıza bez bağladıklarında da uyanmayacağız nasıl olsa. Bu yüzden kimse şikayet eder gibi görünmesin artık. Müstahakkımızı yaşıyoruz çünkü.
Bir tarafta kovitzadeler, diğer tarafta kovitzedeler. Düzen de belli, düzülen de.
Tuhaf olan, kimse tatmin olamıyor. Yöneten mutsuz, yönetilen mutsuz. Zengini mutsuz, fakiri mutsuz. Aslında paylaşılamayan bir pasta var ortada ve birileri bizden ne istediğini çok iyi biliyor. Peki biz biliyor muyuz gerçekten ne istediğimizi?
Comments