Oy Kullanma Hakkı
- Bora Erkal
- 9 Nis 2021
- 3 dakikada okunur
Bugün hala, “Şimdiki çocuklar bile Atatürk’ten daha zeki, çünkü bilgisayar kullanabiliyorlar” diyen sığırlarımız ve bu sığırlara alkış tutup, milli irademize ortak olanlarımız var bu memlekette.
Aysun Kayacı, “Çobanla benim oyum bir olur mu?” diye sorduğunda neredeyse linç edilecekti. İfadesi sakattır, ağzından çıkan kelimeler yanlıştır ancak anlatmak istediği kesinlikle doğrudur.
Bugün üniversite mezunu, birçok ilimi yutmuş, hepimizden daha bilgili çobanlarımız da var. Çoban olsun, çöpçü olsun, mesleğini hakkı ile yapan her insana, hem saygımız hem de ihtiyacımız olduğu muhakkak.
Ancak…kendini yetiştirememiş, belli bir eğitim seviyesini tamamlayamamış, bilgi ve görgüsüne yatırım yapmamış insanların, etiketi, mesleği ne olursa olsun, kesinlikle seçimlerde oy hakkı olmamalıdır. Kara cahil insanların, zihinsel engellilerden farkı var mıdır?
Hiçbir ayrım yapılmadan, eşit, özgür ve kardeşçe yaşamak, her vatandaşımızın hakkıdır. Elbette bu insanlar, cahil de olsalar, onaylasak da onaylamasak da, toplumumuzun bir parçasıdır ve hatta onların cehaleti hepimizin ayıbıdır.
Sadece “Karar aşamasında, milletimizin geleceğini tasarlarken, tüm toplumun kaderini, cahillerin eline bırakmalı mıyız?” bunu soruyorum.
Sorarsanız ki, “Cahil olanla olmayanı nasıl ayırt edeceğiz?”, bunun için hazırlanmış bir testimiz yok, olması da çok zor. Ama çok basit bir ölçü tanımlanabilir. En az lise mezunu olmak gibi.
Sorarsanız ki, “Onlarca yıl eğitim görmüş, okumuş cahiller yok mu?”, milyonlarca var ama okumamış cahillerden daha azdırlar. Sorarsanız ki, “İlkokulu bile bitirmemiş ama kendini çok iyi yetiştirmiş insanlar yok mu? Onlara haksızlık olmaz mı?”, elbette olur ama bu, aklı başında her bireyin gönül rızasıyla kabullenebileceği bir geçiş sürecidir. Lise diploması alana kadar eğitimi zorunlu kılarsanız, bir iki kuşak sonra bu haksızlık da ortadan kalkar. Bir yerlerden başlamak, hiç başlamamaktan iyi değil midir?
Diyeceksiniz ki mevcut ekonomik şartlarda herkes, istese de, liseyi bitirinceye kadar okuyamaz. Elbette, hasta anasına bakmak, ailesini geçindirmek, çocuk yaşta evlenmek zorunda kaldığı için, erken yaşta ekmeğini kazanmanın ya da yuvasını idare edebilmenin derdine düşerse insanlar, okuyamazlar.
Daha da ötesi, belirli bir yaşı, örneğin 70 yaşını dolduran insanlar da oy vermesin. Tecrübelerine saygısızlık ettiğim için ya da beyinlerinin sulandığını iddia ettiğim için savunmuyorum bunu, ne haddime! Artık milletimizin geleceğinden endişe etmesinler, gönül rahatlığı ile bayrağı gençlere devredebilsinler, sevdiklerine ve kendilerine daha fazla zaman ayırabilsinler, rahatça nefes alabilsinler diye söylüyorum.
Daha daha ötesi, aynı sebeplerle, belli bir yaşı dolduranlar, siyaset koltuklarını da bıraksınlar. Her mesleğin bir emeklilik yaşı var da aktif siyasetin neden yok? İnsanlar ölene dek koltuklarına yapışmasınlar. Üstelik tüm bu söylediklerimi, 50 yaşımı doldurmuş biri olarak savunuyorum.
Elbette enerjisi olan, tecrübelerini aktarmak isteyenler, istedikleri platformlarda eğitim verebilir, kitap yazabilir, danışman olabilirler, nasıl mutlu olacaklarsa. Savunduklarımı şirin göstermek için kelime oyunu yapmıyorum. Akıl, yaşta değil baştadır. Ancak yaş ilerledikçe gerçekten bunayanlarımızın sayısı da az değildir.
Gelişmiş ülkelerin insanları ile aramızdaki en büyük fark nedir sizce? Ben ne gördüğümü söyleyeyim izninizle. Onların bizimki gibi bir gelecek kaygısı yok! Hastalanırsam nasıl kalkarım altından ya da işsiz kaldığımda ben nasıl yaşarım ya da emekli olduğumda nasıl ayakta kalırım, bana kim bakar derdi yok insanların. Kafaları rahat. Kitap okumaya, spor yapmaya, sanatla ilgilenmeye, istedikleri yere gidip gezmeye bizden çok fırsatları var. Çünkü herkesin bir diğerinin hakkına saygı gösterdiği, sosyal bir hukuk devletleri var.
Örneğin Almanya. Devlet sizi çalışmaya, üretmeye teşvik eder, istihdam yaratır, takip eder ve haklı sebeplerle işsiz kalmışsanız, öyle göstermelik değil, gerçekten tüm temel ihtiyaçlarınızı karşılayacak bir işsizlik maaşı verir. Ayrıca evinizin kirasını da öder. Ha, der ki, örneğin siz 2 kişiyseniz “Size 50 metrekarelik bir ev yeter, ben onun kirasını öderim”. Siz illa ki lüksün peşindeyseniz, “100 metrekarede oturmak istiyorsanız, aradaki farkı nasıl ödeyeceğinizi siz düşünün” der ama kimseyi sokakta bırakmaz, başkasına mecbur etmez. Hastalandıysanız, cebinizde paranız olmasa bile, devletin tüm hastanelerinin kapısı size ücretsiz açıktır, gittiğiniz zaman da insan gibi muamele görürsünüz. Bu yüzden çocuklarınız, geçim derdine düşmeden, kimseye muhtaç olmadan, eğitim haklarını rahatlıkla kullanır. Hatta bedensel bir engeliniz varsa, hayatınızı kolaylaştıracak medikal ve ortopedik ürün ihtiyaçlarınızı nasıl karşılayacağınızın ya da sokağa çıktığınızda, deveye hendek atlatmak zorunda kalmadan, herhangi bir yere nasıl gidebileceğinizin derdine düşmezsiniz.
Elbette tüm bunları sağlayabilmek için devletimizin çok güçlü olması gerekir. Olmayan paramızı, devletin itibarıdır diye gösteriş peşine düşer, hanlara hamamlara harcar, sırtımıza daha fazla borç yükleyecek projelere girişir, yolsuzluğun önüne geçemez, “devletin malı deniz, yemeyen keriz” mantığından kurtulamaz, ekonomiyi yönetemezsek, masallarla yaşamaya ve milletimizi insanlığından bezdirmeye devam ederiz.
Çok sevdiğimiz Osmanlıların bir sözünü hatırlatmak isterim: “Ayranı yok içmeye, taht-ı revanla gider sıçmaya” derken ne anlatmak istiyorlardı acaba?

Comments