Milli Bütünlük
- Bora Erkal
- 4 Nis 2021
- 3 dakikada okunur
Milli bütünlüğünü, öznel bağlar olmadan, sadece nesnel bağlar üzerinden kurmuş olan milletler, zaman içinde dağılmaya mahkumdurlar.
Örneğin eski Yugoslavya’daki insanlar, aynı soydan olmaları ve aynı ortak dili konuşmalarına rağmen, Boşnaklar Müslüman, Hırvatlar Katolik, Sırplar ise Ortodoks olduğundan, din ve mezhep ayrımları nedeniyle bölünmüşlerdir.
Nesnel bağlardan oluşan bütünlüğün bozulmasına yol açan başlıca faktörler:
İdeolojik Faktörler:
Milletin bir parçası olan kimi topluluklar, zamanla birtakım ayrılıkçı ideolojilerin etkisiyle, kendini ayrı bir millet olarak görmeye başlayabilmektedir.
Örneğin Türk Milleti’nin bir ferdi olarak, Kurtuluş Savaşımızda işgalci güçlere karşı birlikte çarpıştığımız Kürtlerin bir kısmı, sömürgeci güçlerin çirkin oyunlarıyla, kendilerini Türk Milleti’nden ayrıymış gibi düşünmeye başlamıştır.
Bazen azınlık sayılan kimi topluluklar, zamanla nüfusunu daha hızlı arttırabilirken, çoğunluk durumunda olan topluluklar, nüfusunu koruyamamaktadır.
Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nun sosyal, ekonomik ve askeri koşulları, askere gitmeyen Gayrimüslim nüfusu kayırırken, Müslüman nüfusun erkekleri, en verimli yıllarını orduda geçirmiş, birçoğu da savaşlarda ölmüştür. Bursa’da 1487 yılında Gayrimüslimlerin oranı yaklaşık % 1 iken, 1870’de bu oran % 36’ya yükselmiştir.
Göç:
Yabancı ülkelerden göç alan ülkelerde, özellikle ekonomik ya da zorunlu sebeplerle gelen her göçmen, milli bütünlüğü olumsuz etkiler. Bu yüzden devletler, göç politikalarını çok hassas ele almalı, göçmenlerin vatandaşlığa kabul şartları çok net tanımlanmalı, göçmenler siyasi çıkarlara alet edilmemelidir.
Örneğin, savaştan kaçan Suriye vatandaşlarının ya da yerleşmek maksadı ile diğer ülkelerden gelenlerin, bir kısım nesnel bağları olsa dahi, kolayca Türk vatandaşlığına alınması yanlıştır.
Geçmişte yapılan tutarsız yaklaşımlarla, Batı ve Kuzey komşularımızdan alınan göçlerde Türk vatandaşlığı için din birliği esas alınırken, Doğuda mezhep birliği, Güneydoğuda ise soy ve dil birliği esas alınmıştır.
Kuzeyde ve Balkanlarda yaşayan Müslüman Çerkezler, Boşnaklar ve Pomaklar, Türkçe bilip bilmediklerine bakılmaksızın, Türkiye’ye göç ettiklerinde Türk vatandaşlığına alınırken, aynı durumda olan ve anadil olarak Türkçe konuşan Hristiyan Gagavuzlara göç izni verilmemiştir. Oysa bu toplulukların hepsi de yakın tarihleri içerisinde Türk Devletleri ile birlikte hareket edip, savaşlarda Türk Milleti ile birlikte çarpışmışlardır.
Türkiye ile Yunanistan arasında Lozan Barış Anlaşması sonrasında imzalanan Nüfus Mübadelesi Sözleşmesi ile, Girit’ten Türkiye’ye gönderilen Müslümanlar anadil olarak Rumca konuşmaktayken, Orta Anadolu’daki Ortodoks Mezhebine bağlı Karamanlılar, anadil olarak kendilerinin Karamanlıca dedikleri, yazımında Yunan harflerini kullandıkları ancak Türkçe’den farkı olmayan bir dil konuştukları halde zorunlu olarak Yunanistan’a göç ettirilmişlerdir.
Doğuda Türkçe konuşan Müslüman Azeri ve İran Türkleri, Şii oldukları için mezhep farkı nedeniyle, Güneydoğuda ise Müslüman oldukları halde Araplar, dil ve soy farkı nedeniyle vatandaşlığa alınmamaktadır.
Görüldüğü gibi, Türkiye'ye göç eden insanların Türk vatandaşlığına kabulü için hangi nesnel bağların öncelikli olduğuna dair tanımlanmış bir standardımız yoktur. Oysa her devlet kendi temellerini sağlamlaştırmak için milli bütünlüğünü koruyabilmeli, milleti oluşturan toplumları, aynı duygu, kader ve ülkü birliği ile kaynaştırabilmelidir.
Milli bütünlüğün bozulması halinde, devletlerin genel olarak uyguladığı yöntemlerin hepsi de sıkıntılıdır. Bu yöntemlerden başta gelenleri, asimilasyon, tehcir ve soykırımdır.
Asimilasyon / Benzeştirme:
Diğer yöntemlere kıyasla daha barışçıldır ancak sonuç almak çok zaman ister. Faşist yaklaşımlarla, insanlara rızaları dışında yapılan baskılar ve kişilik haklarının ihlali ise, en az diğer yöntemler kadar utanç vericidir.
Örnek olarak, 1984’de Bulgaristan'da azınlık olan Türklere yönelik asimilasyon politikasına başlanmış, Türkler silah zoruyla isimlerini değiştirmeye zorlanmış, ibadet etmeleri engellenmiş, Türkçe konuşanlara para cezası uygulanmış hatta birçoğu, dönemin işkence adası olan Belene hapishanesine gönderilerek cezalandırılmıştır. Bunun üzerine çıkan isyanda birçok insan hayatını kaybetmiş, yaklaşık 350-400 bin insan Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştır.
Tehcir / Zorunlu Göç:
Asimilasyonun mümkün olmadığı durumlarda kimi devletlerin tercih ettiği bir yoldur. Ekonomik ve sosyal pek çok olumsuz sonucu vardır. Zora dayandığı için bu da, arzu edilen bir yöntem değildir.
Örnek olarak, Nüfus Mübadelesi Sözleşmesi ile Türkiye kendi toprakları üzerinde yaşayan Rumları Yunanistan’a, Yunanistan da kendi toprakları üzerinde yaşayan Müslümanları Türkiye’ye zorunlu göçe tabi tutmuştur. Bu değişimin dışında tutulan İstanbul Rumlarına ve Batı Trakya Müslümanlarına dair sonradan yaşanan sorunlar hatırlandığında, yapılan değişimin, her iki ülkenin milli bütünlüğüne fayda sağladığını düşünmek yanlış olmaz.
Soykırım:
Tamamı ile insanlık dışıdır.
Örnek olarak, Almanya’da Naziler, II. Dünya savaşı öncesinde ve savaş boyunca, Yahudileri toplama kamplarına alıp şu ya da bu şekilde öldürmüşler veya ölmelerine yol açacak koşullarda çalıştırmışlardır.
Özetle, milli bütünlük bozulduğunda düzeltmenin kolay bir yolu yoktur. Bu yüzden bozulmasının önlenmesi en barışçıl yöntemdir.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde ve geleceğimizde de, yurdumuzun doğal kaynakları, insan gücü ve ticari avantajlarından haksızca faydalanmak isteyen diğer toplum ve milletler, her türlü oyunu oynamıştır, oynamaktadır, oynayacaktır.
Oynanan oyunların idrakine varmak, varlığımızı tehdit eden emellere farkında olmadan hizmet etmemizin önüne geçebilmek için bilinçlenmek, hepimizin sorumluluğudur.
Kendi çıkarları uğruna, bu kirli emellere bilinçli bir şekilde hizmet edenler de vardır ki, vatan hainidirler. Onları da tanıyalım…



Yorumlar