Soy Birliği
- Bora Erkal
- 2 Nis 2021
- 4 dakikada okunur
Soy birliği de, milletleri oluşturan din birliği, dil birliği, ırk birliği gibi diğer nesnel bağlar kadar önemlidir ancak tek başına bir millet oluşturmaya yetmez. Yetseydi, dünya üzerindeki her soy, her din, her dil ayrı bir millet olurdu ve bugün sayamayacağımız kadar çok devletle yaşardık.
Birleştirmeye de yetmez. Yetseydi, örneğin, tüm Araplar ya da tüm Hristiyanlar ya da tüm İspanyolca konuşanlar tek bir devlet olurdu.
Bu bağların en kritik yeteneği, farklı soy, din ya da dilleri barındıran milletleri, ayırım yaptığınızda, duygu birliği de zayıfsa, parçalayıp bölebilme gücüdür.
Dünya üzerinde bulunan her soy gibi, farklı ırkların melezi olan ve yaşam biçimleri ile Türk adını alan ilk toplumlardan bu yana, gerek toplum dışına yapılan, gerekse başka toplumlardan alınan göçlerle ve kurulan devletlerin hakim olduğu topraklardaki farklı soylardan gelen insanların kaynaşmasıyla, hepimizde hala değişmeden aktarılan saf bir kan ya da saf bir genetik yapı olduğunu savunmak pek mantıklı değildir.
Irkların yaşadıkları şartlara bağlı olarak, fiziksel özelliklerindeki farklar gibi, farklı davranış biçimleri geliştirdiği ve bu davranış biçimlerinin insanların genetik yapısına, DNA dizilimine işlendiği ileri sürülebilir. Fakat bugünün şartlarında, soylar için böyle bir tanım ya da sınıflandırma henüz yapılmamıştır. Yani dünya üzerindeki herhangi bir insanın DNA dizilimini tespit edip, sen Arap’sın ya da sen Türk’sün diyebilen bir teknolojimiz yoktur.
Tüm bunlara rağmen reddi mümkün olmayan bir soy birliği mevcuttur. Bu birliği sağlayan,
sadece biyolojik yapı değil, kuşaktan kuşağa aktarılan tarih bilgisi, dil bilgisi, inanç, adet, gelenek ve göreneklerdeki ortaklıktır, ortak hafızamızdır. Kuvvetli bir soy birliği inancı, elbette duygu birliğini pekiştirir. Ancak nihayetinde bu, kan bağından öte, bir inançtır. Atalarının, ister ezelden bu yana, ister tarihin belirli bir kısmında, Türk Devletleri ile yaşadığına, anne ya da babasının ya da önceki nesillerinin Türk soyundan geldiğine ya da Türk soyundan gelenlerle aile bağı, kan bağının olduğuna, tarih, örf, adet ve geleneklerinde ortaklık bulunduğuna...sonuç itibarı ile Türk olduğuna inanan ya da inanmak isteyen ve gelecekte de Türk soyunun birliğine samimiyetle sahip çıkan herkes Türk’tür.
Küçükken kulaktan kulağa oynardık. Sıranın başındakinin söylediğini, aktaranlar cıvıtır, bir sonraki çocuk da pür dikkat dinlemezse, sıranın sonundaki çocuk saçmalardı. Hep birlikte gülerdik. Hele bir de gürültülü bir yerdeysek, doğru aktarım imkansız hale gelirdi.
Kuşaktan kuşağa da böyledir.
Yazık ki bir önceki kuşak, kültürümüzü ve değerlerimizi aktaramaz, bir sonraki kuşak da dinlemez bir halde. Üstelik ortamda inanılmaz bir gürültü var. Her yeni gelen kuşak daha da saçmalıyor ve birileri gülüyor ağlanacak halimize.
Sözüm, genç Türk Devleti’nin kurucularına, özellikle Atatürk’e karşı haksız suçlamalarda bulunanlara. Şoven olduğunu, soy ayrımı yaptığını iddia edenlere:
Atatürk’ün tanımladığı Türk Milleti, tüm Türkiye halkını kapsar, birleştiricidir:
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.”
Ne soy, ne din ayrımı yapar:
“Bugünkü Türk Milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış adlandırmalar, birkaç düşman aleti mürteci, beyinsizden başka hiçbir millet ferdi üzerinde üzüntüden başka bir tesir yapmamıştır. Çünkü bu millet fertleri de umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar. Bugün içimizde bulunan Hristiyan, Musevi vatandaşlar, mukadderat ve talihlerini Türk Milletine vicdani arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı gözüyle bakılmak, medeni Türk Milletinin asil ahlakından beklenebilir mi?"
"Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep aynı cevherin damarlarıdır. Bu damarlar, birbirini tanısın. Türk Milletinin toplumsal düzenini bozmaya yönelik çabalar boğulmaya mahkumdur. Türk Milleti kendinin ve memleketinin yüksek menfaatleri aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, alçak, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak ve onlara hoşgörü gösterecek bir topluluk değildir."
Saygı gördüğü ölçüde diğer milletlere saygılıdır:
“Gerçi bize milliyetçi derler. Ama biz, öyle milliyetçileriz ki, iş birliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların milliyetlerinin bütün icaplarını tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde hodbince ve mağrurca bir milliyetçilik değildir.”
Benliğimize sahip çıkmamızı ister:
"Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, ilk önce biz kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti; hissi, fikri ve fiili olarak bütün davranış ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır. Milli mücadeleyi yapan, doğrudan doğruya milletin kendisidir; milletin evlatlarıdır. Milli mücadelede şahsi hırs değil, milli izzeti nefs, gerçek saik olmuştur."
O halde…ilköğretimdeki çocuklarımıza okutulan öğrenci andımız neden kaldırılmıştır?
Her gün verdiğimiz yeminleri kolayca unuttuğumuz, hatırladığımızda da vicdan azabı çektiğimiz için mi?
Doğruluktan uzak ve tembel olduğumuz için mi?
Büyüklerimizi saymak bir yana, yaşlılarımıza bile değer vermediğimiz için mi? Mesela, toplu taşıma araçlarında bile, ağzımızda sakız, kulağımızda kulaklık, kurulduğumuz koltuklarda onları görmezden geldiğimiz için mi?
Küçüklerimizi korumak şöyle dursun, çocuklarımızı taciz ettiğimiz, hatta yavrularımızı istismar eden kimi vakıfları açıkça koruduğumuz için mi?
Ya da bugün sokakta yürüyen bir gence “milli ülkümüz nedir?” diye sorsak, yüzümüze boş boş bakacağı için mi?
Kısaca…Türk’üm diyebilmemiz artık mutlu etmediği için mi?
Yoksa hala Türk’üm diyemeyenleri mutlu edemediğimiz için mi?
Bize benliğimizi unutturmak isteyenleri, aramıza nifak tohumları atarak bizi bölmek isteyenleri…iyi tanıyalım.
Evet, Atatürk birçok konuşmasında Türklüğü över, Türk soyunu öne çıkartır. Örneğin “Türk milleti”, “Yurttaşlarım” diye seslendiği 10. yıl nutkunda, “Türk Milleti çalışkandır. Türk Milleti zekidir.” der. Tam anlamıyla bir aktarımdır bu. Geçmişte Türklerin çalışkan olduğunu, akıllarını iyi kullandıklarını hatırlatır, bizim daha da çalışkan ve zeki olmamız gerektiğini söyler bize. Tarihteki başarılarımızdan örnek verir, daha iyisini yapmamız gerektiğini söyler. Milli ülkümüzü tanımlar. Zaten 10. yıl nutkunun tamamını okuduğumuzda, millet olarak, birlik içerisinde, peşinde koşmamız gereken hedeflerin resimlendiğini kolayca görebiliriz. Bu mudur şovenizm?
Ancak…Zeki ya da çalışkan olduğunu söylemekle zeki ya da çalışkan olmaz insanlar, doğru. Kaldı ki zeka da çalışkanlık da, kimsenin genlerine kazınmış değerler değildir. Fiziksel olarak, kimi insanların doğuştan itibaren zihinsel kapasiteleri daha kuvvetli olabilir. Bu kapasiteyi değerlendiremez, işleyemezsek, zeka hiç bir işe yaramaz. En son teknoloji ürünü, süper hızlı ve bellek kapasitesi muazzam bir bilgisayar düşünelim. Gerekli gereksiz, hatalı programlar yükler, virüs bulaştırırsak, en basit işlemleri bile yapamaz hale gelir.
Nitekim merhum Aziz Nesin de haklıdır. Söylemi bilimsel verilere dayanmaz, yani “Türk Milleti’nin %60’i aptaldır” dediğinde, millet genelinde yapılmış bir zeka testi ve verilebilecek kesin bir yüzde yoktur fakat yaşadıklarımıza baktığımızda, utanarak söylüyorum, büyük çoğunluğumuzun zekadan yoksun olduğunu savunmak hiç de yanlış değildir. Buna kızıp köpürmekle, yakıp yıkmakla, birilerini susturabilirsiniz ama doğruları değiştiremezsiniz.
Değişmesi gereken sadece biziz…



Yorumlar